14 Temmuz 2012 Cumartesi

Zihin

Çok sevdiğim tabağın içine mısır gerveriğini doldurmuş, aklımı okuduğum kitaptaki karakterin yaşadıklarından almaya çalışarak bilgisayarın ekranına gözlerimi dikmiş, bir yazı okumaya çalışıyorum.
Unutuyorum bazen, burda yazılanlar robotlar tarafından yazılıyor, gerçek hayatta kimse internet kullanmıyor zannediyorum. Ama değil. Gerçekçi, ikna edici ya da inandırıcı gelmediğinden belki. Hayal dünyası geniş bi insanım, beynimin imgeleme kısmı tatmin edici bir şaşırtıcılıkla sağlamdır da; ama görmediğim ellerin, bilmediğim zihinlerin yazdıkları uzak geliyor nedense bana.


Havuzda on üçüncü turdan sonra nefes nefese duruyorum. Ellerimi kenara koydum, gözlerini üzerime dikmiş kızın başka bi tarafa bakmasını bekliyorum. Niye bakıyor bana yarım saattir? İzlenmekten huylanırım. Kim sever ki? 
''Doğru'' diyorum içimden, ''çok göreceli bi kavram. Hayatta neyin doğru neyin yanlış olduğunu insanlar adına tayin edip belirlemeye çalışıyor herkes. Ama hayat siyah ya da beyaz değil hep. Başka renkler de var. Ara renkler. Mutlak doğru ya da yanlıştan bahsedemezsin.''
Kafamı suya sokuyorum, iki kulaç atıyorum. ''Şimdi, burada, bunları neden düşünüyorum ki. Hiç ölmüyor içimdeki felsefeci çocuk..''


Nefes al; birinci kulaç, ikinci kulaç, üçüncü kulaç, dödüncüde soldan nefes al, kaçırdın... Birinci kulaç, ikinci kulaç, üçüncü kulaç, ayaklarını daha hızlı çırp, işte böyle...


nefes al.

11 Mayıs 2012 Cuma

Yenilik


Sen bir sonu beklerken, yepyeni bir sen çıkar karşına. hani bir kapı kapandı diye üzülürsün, hani bir el gırtlağına yapışmış, hani ölecekmişsin, hani ciğerlerin sökülüyor hissi yüreğinin tam ortasında, artık seninle yaşayan bir uzvun haline gelmiş... İşte oradaki uçurumdan.. atlayabilirsen eğer olacakları bilmek istersen diye yazıyorum bunu.


O uçurumdan atladığında parçalara ayrılıyorsun önce. Sahipsiz kalacak parçalarım diye endişelenirken buluyorsun kendini. ''Garip,'' diyorsun ''ölüyorum ama bu umurumda değil, parçalarıma ne olacak onu düşünüyorum...'' Giderek savrularak hızla aşağı çakılıyorsun. Yaşadığın kötülükler, olumsuzluklar biniyor omuzlarına. Daha da ağır geliyor, fakat bununla bitmiyor, yenisi, hep yenisi oluyor. Sen acı içinde kıvranıp, artık daha fazlası mümkün değil diye düşünürken, çok daha kötülerini görüyorsun.


İşte o noktadan sonra, yani en dipteyken tuhaf bir şey oluyor. Artık önünde iki şansın var: ya parçalandığın yerde yanıp kül olacaksın; ya da küllerinden doğacaksın. İşte insanları ''güçlü'' ve ''güçsüz'' yapan ayrım da bu nokta oluyor. Eğer en dipteyken bile içinde küçük bir kıvılcım varsa yaşamaya dair. İşte o zaman tüm dünyanın kapıları sana açık oluyor. Küllerinden doğma fırsatın oluyor. Binlerce, milyonlarca kez yenilsen, yine bir umudun oluyor. Yenilendikçe hep yeni bir sen, yeni bir hayat oluyor.


O yeni hayat da kendine verdiğin ikinci bir şans, yeniden dibe vurup vurmayacağını bilmediğin.
Belki çok daha iyilerini, belki daha beterlerini göreceğin.

Ölmekten daha zevkli değil mi?

10 Mart 2012 Cumartesi

Zorlu Yol

Elimden gelen her şeyi yaptığımı düşündüm. Elimizden gelenler. Gelmesi beklenenler ve gelmesi istenenler.


Hava soğuk ve ben yeni buza çekmiş yolda yürümek zorundayım. Düşmeyeyim diyorum, ama buz. Ama üşümemek için kendimi sarmak zorunda kalıyorum. kendimi sardıkça yürümek ikinci planda kalıyor. Düşüyorum. Düşmekten korkuyordum, düşmemek için elimden geleni yaptım, ama düştüm işte. Hava soğuktu çünkü. Çünkü bedenimi korumam gerekiyordu. Montuma, atkıma daha sıkı sarılayım derken bir de baktım ki yerdeyim.


Bu yolda yürümek zor işti çünkü. Senden beklenen üşümemek mi, kayıp düşmemek mi, yoksa yolu tamamlamak mı? Yolu nasıl tamamlarsan tamamla, bitiş çizgisine varabilmek mi?


Bunların tek cevabı zamana ait ama bildiğim bir şey varsa o da bu yolun çok çetin olduğu.


Üşümeyeyim diye d'üşüyorum.

14 Şubat 2012 Salı


Birbirimize, ''her şey çok güzel olacak'' dedik.
Bunun yalan olduğunu bilmiyorduk elbette. Her ikimiz de iyi değilken, söylenebilecek en iyi şey buydu belki de; Biz de söyledik.
Sonra gözlerimizi kaçırdık. Birbirimize yalan söylemeyi beceremiyoruz çünkü.
Hele ki inanmadığımız bir yalan.


Keşke inanabilsek.
Keşke umut olsa...

9 Şubat 2012 Perşembe

Yavru kuzuncuk

Bir ses duyuyorum, güzel, naif bir ses. Deli gibi çalışıyorum, hep çalışıyorum. Çalışırken kendimi unutuyorum. Kendimi öyle unutuyorum ki Benjamin Button'a dönüyorum sanki. Giderek küçülüyor, bebekliğime dönüyorum. Annem bu yüzden  hep etrafımda. Şemsiyemi buluyor, kahvemin sütünü ayarlıyor, sabah uyanır uyanmaz ilacımı ağzıma tıkıyor. Giderek küçülüyorum, savunmasızım. Annem beni hep koruyor. Aylardır evden çıkmadım doğru dürüst, her dakika onunlayım.


Şubat ayı en sevdiğim ay, diye düşünüyorum. Kış, güzellik, kar. Battaniye, soğukta sıcaklık, sevgi.
''Herkes bıksa benden, annem bana doymaz''
Onsuz ne yaparım bilmiyorum. Onun gözünde hala savunmasız bir kız çocuğuyum. O kadar kuvvetli ki hisleri, onun gözleri benim gözlerim artık. Ben doğarken bağın kopması gerekmez miydi? Kopmamış.
Bu kadar bağlıyız, çünkü birkaç ay sonra ayrılacağız... Birkaç ay sonra... O yüzden hiç olmadığımız kadar iç içeyiz. Her anın tadını çıkarmak ister gibi, her saniyenin nabzını tutmak ister gibi. 


Bi' tek annem olsun, bana bi şey olmaz.


Not: Yavru kuzuncuk nedir, yazar kendisi de bilmiyor...

7 Şubat 2012 Salı

Merhaba

Çizgi filmlerden ne zaman vazgeçtiğimi düşünüyorum. Tam olarak ne zamandan beri büyüdüm? Gecenin gözlerini üzerimden çektiği andayım. O an’ı aklıma getiriyorum, o dünyanın uçurumundan düşmek üzere olduğum anı. Düşmekten son anda kurtulduğum anı!
Açıp telefon rehberime bakıyorum. Zor bir zaman. Zor zamanlarda insanlar birilerini arar, derdini anlatır diye hatırlıyorum. Benim de arayabileceğim biri olmalı. Yüzlerce kişi içinden, birkaç kişi olmalı?
Hepsini tanıyorum. Hepsiyle yaşanmışlıklarımız var. Çoğunun tüm dertlerinde yanındaydım. Öyleyse neden gitmiyor elim arama tuşuna? Neden tereddütteyim diyorum. Bırakıyorum telefonu. Ve işte o an, yalnız olduğumu fark ediyorum.

Tek başıma mücadele etmem gerektiğini.